
Son zamanlarda dolabımı toparlarken fark ettim: Etiketleri hâlâ üstünde duran, bir ya da iki kere giyip unuttuğum bir sürü kıyafetle dolu. Renkleri güzel, kesimleri hoş ama… nedense hepsi bana biraz “yabancı” geldi. O an anladım ki, aslında ihtiyaçtan değil, hislerden satın alıyormuşum. Canım sıkıldığında, moralim bozukken, ya da sadece “trendlere uymak” için.
Birçoğumuzun hikâyesi bu, değil mi? Sosyal medyada bir influencer’ın üzerinde gördüğümüz o elbiseyi hemen almak istiyoruz. Çünkü güzel, çünkü moda. Ama kimse bize o elbisenin yolculuğunu anlatmıyor. O kumaş hangi tarlada yetişti? O işçiye adil bir ücret ödendi mi? Ya o üretim sırasında doğaya ne oldu?
Gerçek şu ki, moda dünyası artık sadece “tarz” değil, aynı zamanda “tüketim” üzerine kurulu. Her sezon yeni bir trend, her hafta yeni bir koleksiyon… Ama gezegenin buna ayak uyduracak gücü kalmadı.
Bir tişörtün üretimi için yaklaşık 2.700 litre su harcanıyor. Yani, bir tişört = bir insanın neredeyse 3 yıllık içme suyu demek! Düşünsenize, sırf gardırobumuza yeni bir parça ekleyelim diye.

Artık ben de kendime küçük bir söz verdim: “Az ama öz.” Gerçekten sevdiğim, sık sık giyeceğim parçaları seçiyorum. İkinci el mağazalara göz atıyorum, bazen annemin gençlik elbiselerini yeniden giyiyorum. Hem nostaljik, hem anlamlı.
Bir de en önemlisi, alışveriş yapmadan önce kendime şu soruyu soruyorum: “Buna gerçekten ihtiyacım var mı?”
Bence sürdürülebilir moda sadece kumaşla, üretimle ilgili değil. Bir düşünme biçimi aslında. Daha az tüketmeyi, daha çok değer vermeyi öğrenmekle ilgili.
Çünkü sonunda, modanın geleceği bizim seçimlerimizde gizli.